18 Mayıs 2010

up

Ellie, Carl'ı çatıdan atıyor, kolunu kırıyor. Sonra üzümlü gazoz rozeti takıyor. Carl'ı macera kitabına katıyor.

Car ve Ellie iki koltukta kocuyor.

Ellie ölüyor. Carl, 10297 balonla evlerini Cennet Şelaleleri'ne taşıyor.

Çulluk arayan yuvarlak Russell, kare Carl'ın arkadaşı oluyor. Kuşa çikolata yediriyor.

Sincaplara kıl olan Dug sahibini kendi seçiyor.

Carl, zeplinini dondurmacıya park ediyor.

http://video.yahoo.com/watch/4623101/12359488

14 Mayıs 2010

Nevin Hırık







Evimi Nevih Hırık tablolarıyla doldursam. Baksam baksam rahatlasam.







09 Mayıs 2010

alfie

Hepimizin hoşuna gider, doğruya doğru. Ancak accık feleğin çemberinden zıplanmışsa kuzum, erkeğin bu womenizer durumu öğğ getirir. ".... salak" sıfatı taşıyan ademlerden uzak durulur, duramayan kız arkadaşlara "vahvah, değmezki, osanayakışmıyor" yapılır, o kadar.

Henüz 1966 yapımı Michael Caine versiyonunu izlemedim ama, 2004 yapımı son Alfie, Jude Law, çok şeker ablası. Hem de tüm yaptıklarına rağmen. Filmin sonunda bi türlü "oh olsun sana, eden bulur" diyemiyorum. Hatta kanatlarımın altına almak istiyorum. Ah Alfie küçüklüğüne gitsek, yaralarını sarsak bu kadar datlı olur muydun?


"What have I got? Really? Some money in my pocket, some nice threads, fancy car at my disposal, and I'm single. Yeah... unattached, free as a bird... I don't depend on nobody and nobody depends on me... My life's my own. But I don't have peace of mind. And if you don't have that, you've got nothing. So... what's the answer? That's what I keep asking myself. What's it all about? You know what I mean? "

söyleyeceklerim var


Şu Baykal'ın videosu hakkında herkesin bi fikri var. Hatta "Başkasının özel hayatıdır" etik gutikleri yapanların bile. Kayıtsız kalıyormuş gibi yapanlar da lolo. Diyelim ki görüntüler Baykal'a ait:


-Ayıp varsa yapan vakit gazetesinin internet sitesidir. Dini bütün bi mecraya yakışıyo mu çıplak kadın baldırı bacağı poposu moposu ha. Üstelik sayfanın tepesinde cami fotosu. Üstelik genç mütedeyyin delikanlıların tam da uykuya yatma saatinde verin yayına. Hayırlı videolar, ıslak rüyalar iyi mi?


-Türk siyasetçisi yasak aşk yaşamaz, 70'inde (8 sene önce çekildiyse 60 diyelim) seks meks de yapamaz mı demiş Ulu Atatürk? Bihter ve Behlül'ünki reyting, CHP lideri kötü örnek oluyor di mi? Türk milletinin ahlakı CHP'ye emanetmiş bizim haberimiz yokmuş.


-Hem ne o öyle sadece çorap giyme performansının görüntülerini veriyorsunuz. Verin aksiyonun tamamını, Ali Kırca gibi namı yürüsün. A tabi dini bütün internet sitesinde işteş fiil uygun kaçmaz sadece çıplak kadın caizdir.


-O videoda sanki 10 yıldır birlikteler gibi, o kadın uyumadan önce erkeğinin sırtını kaşıyabilirmiş gibi. Orada yıllanmış bir ilişki var. Ertuğrul Özkök hala genel yayın yönetmeni olsa böyle durur muydu bilmem ama en güzelini o yazdı. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/14659199.asp?yazarid=10

28 Nisan 2010

deryanın

Bu hissi püfür püfür uçuşan beyaz tüller verir. Bir de çivit mavisi pencereleriyle beyaz evler. Tiril tiril yazlık elbiselerle beyaz minderli geniş koltuklarda mojito içmek de. Hamakta kıvrılmışken dalların arasından sızan güneş yakaladığı yeri ısıtır ya, o zamanlarda da olur bazen. Bir şey daha varmış ruhu yükselten. O an sanki yeni bir hayatın başlangıcıymış gibi hafifleten.

Yakamozu sadece şarkısından bilirdim. Ya o saklandı ya da ben görmesini bilemedim. Kaş’ta çıktı karşıma. Derya plajında demlenirken öylece önüme serpildi. Gece karanlıkta olur zannederdim. Oysa dolunay güneşin esaretinden kurtulduğu anda ortaya çıktı. Karşıdaki kayalıkların altından bana doğru uzanıp yanıp yanıp söndü.

Bu anların fotoğrafı yok. Onun yerine başka fotoğraf koymak da yok.

Bu yüzden şimdi Kaş’ı anlatmayacağım. Derya Beach’i de anlatmayacağım. Bu plajda akşamları kayalıkların üstünden Meis’e karşı içilen şarapları, Pink Martini’nin o anlara şahane gittiğini, begonvillerden, limon ağaçlarından sızan güneşle mayışmayı, mayışınca çağlalara uzanmaya üşendiğimi, Fatma’nın akşam üstü keklerini, Derya’nın Ali’nin mojitosunu, oğlak kolunu, Fırat’ın neşesini de anlatmayacağım.

Anlatmakla olmaz. Gitmek de yetmez. Derya’nın parçası olmak gerek.

13 Mart 2010

Ankara-İstanbul 32 dakika

Londra’dan Strazbourg’a. Orada birkaç saat kalış. Ardından İstanbul. Burada Bakan’ı indir. İndir ki hafta sonunu ailesiyle geçirebilsin. Yeniden havalan ve sabaha karşı Ankara’ya gel.

Kulağa saçma geliyor tabi. Bindiğimiz dolmuş değil, THY uçağı. Yani THY’den kiralanmış, ama Bakan için dolmuş uçak olmuş.

Gece 12 civarı. Strazbourg seansı bitmiş. Uçağın kapısında, gazeteden araba istemek için Ankara’ya iniş saatimizi hesaplamaya çalışıyorum.

Kaptan pilot kokpitin önünde. Buyrun içeri girin üşümeyin diyor. Bulmuşken Ankara’ya iniş tahminlerini soruyorum.

Diyalog şöyle gelişiyor:




K.P: 12:30’da uçak kalksa. Yaklaşık 2 buçuk saatte İstanbul’a gideriz. Orada Bakan’ı indirdikten sonra yeniden kalkış için bizi bir saat daha bekletirler. İstanbul-Ankara arasını ise 32 dakikada alıyorum!

S: Nasıl yani otobanda gider gibi mi?

K:P: E tabi yol boşsa, yani güzergah uygunsa oluyor.

S: Gaza mı basıyorsunuz?

K.P: Benim rekorum 32 dakika. Geçen yılbaşında İstanbul yolcuları arkadan çok ısrar etti. Gece yarısından önce İstanbul’da olmak istiyorlardı. Ben de kırmadım. Basınca 32 dakikada aldım Ankara-İstanbul’u…

S: Öyleyse ben söyleyeyim arkadakilere. Biraz ısrar etsinler, basalım gaza.

K.P: Aman sakın. Bakan var uçakta. Şişşşt!


Ben öyle “Acaba kafaya mı alınıyorum” endişesi ile mevzuyu uzatamadım pek. Şakaya güler gibi, aynı zamanda hayret nidası taşıyan sahte bir kahkahacık atarak geçtim yerime.

Havalandık. İndik. Yine havalandık. Yine indik. Pestilim çıkmış, uyku mahmuru kapıya sürüklendim. Bir baktım kaptan amca kapıda bana göz kırpıyor, “Demiştim sana”.

Saat 5’te Ankara’ya inmeyi planlamıştık. Saat daha 4’e yeni geliyor. Yani Kaptan pilot amca basmış basmasına. Ama sadece Ankara-İstanbul arasında değil. Strazbourg –İstanbul arasında da kendine yeni bir rekor kırmış.

15 Şubat 2010

nihayet casita

İstanbul'un Casita'sı nihayet Ankara'ya da açıldı.

Aslında İstanbul Etiler'deki Casita, gece gezmelerinden dönerken, bizim Aspavamız gibi sabaha karşı gidilen salaş bir mantıcıydı. Sonra marka oldu, yürüdü, zincir dükkanlar açmaya başladı. Ankara'daki yer ise sabaha karşı alkollü mideyi dindirmek için değil ama iş çıkışı gidilecek şeker bir cafe-rest olarak açıldı.


Tabi ki son dönemin cafe cenneti Filistin caddesine.




Dekorasyonu çok şeker. Detaylar, sürprizlerle dolu. Bir de fresh bir yer, iştah açıcı.

Aslen mantıcı olmakla birlikte menüde sezar salatasından köfteye kadar yok yok.

Kabak çiçeği dolması misler gibi. Ege Salatasının ise büyük beklentiye girilecek alengirli bir tarafı yok.

Zaten bizim derdimiz de mantıydı. Diğerleri aklımızda kalması diye Trio mantıyı denedik.






En soldaki domates, patlıcan soslu vejeteryan mantı gibi bir şey. Fena değil. En sağdaki için fesleğen ve krema soslu linguini desek daha doğru olur. Biraz ağırdı, ama eminim seveni çıkar.

Benim favorim ortadaki, Feraye oldu. Bildiğimiz mantıya en yakın olanı ama daha hafif.

Feraye mantısı, ismini Kaya Çilingiroğlunun hayat arkadaşından almıyor.

İsim annesi Müzeyyen Senarın kızı.





Bir de yemeklerin böyle hikayesi olan isimleri var.

Mesela Huysuz Virjin Tatlısı. Adını Virjin koymuş. Fotoğrafıyla tescilli.

Mantıcı olmasına rağmen içki servisi,hatta sağlam bir şarap menüsü de var. Etraf biraz teenager dolu gibi geldi ama doğaldır.

Ne de olsa böyle mekanları önce Bilkent gençliği test eder.