23 Kasım 2009

tebeşir manyağı zürih

Zürih'te cumartesi günleri bizim pazar günleri gibi. Sokaklar tenha, trafik yok gibi.


Ama pazar günleri bir acayip. Tüm şehir evine kapanıyor. Bu vesile ile yaratıcı gençler top oynayan in ve cinlerle tebeşir mesaisi yapıyor.


Mesajlar; kaldırım, asfalt farketmeden yerlere döşeniyor.


Sonra hafta içi orada yürüyen güruh ile siliniyor. Sonraki pazar ver elini yeni tebeşir mesajları.

14 Kasım 2009

japon mucizesi

Bir şeyi sevince, d‘okunu çıkarıyorum.

Mevzu kitap okumaksa bu daha vahim bir hal alıyor. Mesela bir dönem Kozinski’ye sardım. Başka yazarların yüzüne bakmadan, Jerzy Kozinski’nin (İhtiras Oyunu hariç- Özden’in bitirmesi bekleniyor) tüm kitaplarını üst üste hüplettim.


Şimdi Muramaki zamanı. Ama Ryu Murakami değil. Haruki Murakami. Ryu da Japon enteresanlığında yazıyor, ama Haruki’nin yeri bambaşka.


Majestés, Altesses, Excellences!


“Kafka on the Shore”, Sahilde Kafka adıyla kitapçılarınızda. “Yaban Koyununun izinde” ve “İmkansızın Şarkısı”nı okumuştum. “"Zemberekkuşu’nun Güncesi" ve “Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında” kitablarınıysa hala bulamadım. Zihin tembelliğinden İngilizce kitap okumaya üşenen ben illa ki Türkçe çeviri beklerken Sahilde Kafka kucağıma düştü.


Haruki Murakami için Japonların Paul Auster’ı diyenler var. Auster, Murakami’nin yanında hafif kalır. Murakami kısa cümlelerle basit bir dilde yazar. Basit insanların sarsıcı, gayya kuyusu gibi hikayelerini anlatır. İmgelere film görselliği kazandırır. Her kitabının ardından aklıda sinema sahneleri kalır.


Sahilde Kafka’nın ardından sırada Norwegian Wood, Sputnik Sweetheart ve Elephant Vanishes var. Söz.! Üşenmeyeceğim.



Murakami İngilizcesinden okunacak.

Banana Yoshimoto’nun Kitchen’ı temin edilecek.

Tom Wolfe keşfedilecek.

Haftada iki gün pilates aksatılmayacak.

Sabahları yarım saat daha erken kalkıp tüm gazeteler erkenden okunacak.

Yeni aldığım katı meyve sıkacağının hakkı verilecek.

Sadece indirimlerde alışveriş yapılacak.

Yağmur falan denmeyecek. Arabamın güzel "american ibis white - akçeltikçi kuşu beyazı” parlasın diye haftada bir yıkattırılacak. Artık yeni kokusu geçtiğine göre sadece dışı değil içi de temizlettirilecek.

İşte son dönemin “must do it”leri.

06 Kasım 2009

it’s like a vindaloo curry

House delisi oldum. Geceleri gözlerim acıyor House maratonu yapmaktan. Dr. House MD, TNT’de yayınlanıyor. Ancak, bu dizilerin en zevklisi DVD’den üst üste her gün seyredileni.


Gregory House’un yaptığı hastalık hafiyeliği. Yanında da üç kişilik dahi doktor ekibi. Yani görevimiz tehlikenin hastane versiyonu.


Bu doktorlar, hastalık teşhisi için dedektif gibi çalışıyorlar. Öyle ki bazen hastalarının evine gizlice girerek, çamaşırlarını, lavabo dolaplarını bile karıştırıyorlar. Hasta yakınlarını sorguya çekiyorlar.


House, arıza doktor. Bencil, asosyal, her daim sarkastik. Şeytan tüyü olanlardan. Çoğunluğun sevmediği ama hayranlık uyandıran, ego tavan. Aynı evde yaşamak istemeyeceğiniz ama aynı ‘circle’da bulunmanın bağımlılık yapacağı cinsten. Stacy’nin deyişiyle House şöyle bi adam:

It’s like a vindaloo curry


When you're crazy about curry,that's fine.

But no matter how much you love curry,you have too much of it, it takesthe roof of your mouth off.

And then you never wanna see curryfor a really, really long time.

But you wake upone day and you think...god, i really miss curry.

01 Kasım 2009

rakı eşliğinde jazz keyfi

Küçük masalar, kırmızı halılar. Loş ışıklar. Masalarda minik abajurlar. Öyle danslı, gürültülü bar havası değil. Özne sahnedeki performans. Öyle fonda müzik şeklinde değil, sinema konsantrasyonunda dinlenecek.

Londra’da hayran kalmıştım. Mekanlar aslında bizim eski usül gazinolara benziyordu. Vakit geçirmeye değil, iyi müzik dinlemeye geliyorlardı jazz kulüplerine. Kotla falan değil, şık kıyafetlerle.


İran caddesinde, Yosun Restoran’ın üst katına da böyle bir Jazz Club açıldı. İçelim, coşalım mekanı değil. Özenle müzik dinlemek için. Ben iki gece iki grubu ağzım açık dinledim. Sanki, Ankara’da yıllardır böyle bir kulübü bekleyen bir ton insan varmış. Masalar hep rezerve, hep dolu.


İstisna müşteriler de yok değil. Rakı eşliğinde jazz dinleyenler örneğin. Garsona, “Meze olarak ne alabiliriz?” diye soranlar. Onlar da gecemize renk kattı. Makaramız oldular. Özellikle mis gibi Ray Charles söyleyen solist Müjde için ancak, “Kızın şapkası ne eskiymiiiiş” yorumunu yapabilen bir takım kaynak saçlı kızlar..


Gecenin sonunda ikinci katına bayıldığım Hok’sun birinci katındaki barını deneyelim dedik. Zaten gece uğradığımız üç mekanın mohitolarını yarıştırıp duman olmuşuz. Güzel müzikle ruhumuzu beslemişiz. Accık da dans edelim demişiz. Girdik bara.. Anneciiim o da ne. Omuz titreterek dans eden kızlar falan. Yine kaynak saçlar. Alkol power falan yetmez benim omuzları titretmeye. Ya öyle uzaylıya bakar gibi bakacağız ya da uzayacağız. B şıkkını seçtik.


Bir de yaptığımız kontrollü rezaletler var ki bu gecenin bazı ayrıntıları sırlar dolabına kalkacak. İstanbula giderseniz Melis sizi sahneye çıkartacak:):)