17 Mayıs 2009

bir yudum becherovka bir yudum bira

Prag'a giderken yanınızda üç şey olmazsa olmazmış; şemsiye, spor ayakkabı ve sevgili...

Yolları arşınlayarak keşfedilir bu şehir. Öyle topuklu ayakkabılara falan gelmez arnavut kaldırımları. Şemsiye ise hiç bir yerde hiç bu kadar sık ve sürprizli gerekmez. Sevgili mi? Old town square denen meydanda, astronomik saat kulesinin tam karşısındaki kafede içilen mojitonun yanına en güzel sevgili gider. Her saat başı astonomik saat, her saat başı çalmaya başlar ve üzerindeki figürler harekete geçer. İşte o anda "şehvet, zevk ve sefahati" simgeleyen Osmanlı figürüne bakarken, imparatorluğun torunlarından biri olarak sefahatimiz bir kez daha tescillenir.


Bu anın bir başka side order'ı ise karanfil ve zencefil gibi bir takım bitkilerden hazırlanan becherovka isimli likördür. Yanına da soğuk bir bira. Bir yudum becherovka bir yudum bira, tadına doyum olmaz. Doyunca da yalpalamadan yürümek mümkün olmaz. Çekler birçok şifalı bitkiden oluşan bu likörü yemekleri hazmetmek ve de ilaç niyetine içiyor.

İş mevzusuyla birer hafta arayla iki kez gittiğim Prag, iki günde gezilen, kukla almadan dönülmeyen, "Yahu nerede ünlü Çek kızları" diyeceklerin akşamları old town square civarındaki şık barlara uğraması gereken, bir kez görülmesi gereken ama Küba'ya gidince olduğu gibi "bi daha bi daha" nidalarına sebep olmayan bir kent.

Prag'a gideceklere 2 kıyak tüyo. Ekşi sözlük okuyanlar, taksilerin pahalı, exchange office'lerin de komisyonlarıyla kazıkladıklarını bilir.

Kızılay'dan Çankaya'ya kadar bir mesafede 20 Euro taksi parası vermek istemeyenler, AAA taksi firmasını 14014'den arayarak, yoldan çevireceğiniz bir taksinin yarısı kadar bir meblağ ile ulaşımlarını sağlayabilir. Para bozdurmak içinse komisyon alan yerlere girmeyin. % 0 commission yazan bazı yerlerde ise pencerinin köşesinde küçücük harflerle "bilmem kaç euronun üstünde bozdurursanız" şartını koyuyorlar. Siz yazıyı farketmeden parayı bozdurunca fena koyuyor.

Nerudova caddesinin başında, tam da kaleye çıkan yolun köşesindeki cafede şahane tatlı strudel yenilirse pişman olunmaz.

Garsonlar gardiyan gibi davransa da, sipariş verme cüretinde bulunmak suçmuş gibi horlansak da, empati yaparak "ne de olsa biz komünizm görmedi" diyerek avunuyoruz. Prag'da garsonlardan azar yememiş turist yoktur. Çekler, hizmet sektöründe tam bir facia.


Zaten Türklerden pek hoşlaşmıyorlar. Daha doğrusu Osmanlı'dan. Bizim çevirmen Martin, ki dünyanın en şeker çevirmeni ilan ediyorum, (iş seyahati olduğunu hatırlatayım. Çeviri tamamen resmi görüşmeler için) annesi ve babasının başından geçen bir Osmanlı-fobia hikayesini anlattı.
Martin'in Çek vatandaşı annesi ve Türk
babası Çekoslavakya'nın komünizm dönemlerde tanışır ve aşık olurlar. Türk baba, Çek annenin ailesiyle tanışmak üzere Çekoslovakya'ya gelir. Ancak, ülkeye giren her yabancının bir an önce resmi bir yetkiliye kayıt ettirilmesi gerekmektedir. Türk babanın gelişi gece saatlerini bulmuştur ve bulundukları yer dağ başında bir köydür. Telaşla kayıt yaptırmak için gece yarısı kilise papazının kapısını çalarlar. Gecenin o saatinde rahatsızlık verdikleri için bir bir özür dileyen aşıkları güler yüzle karşılayan papaz şöyle cevap veririr: "Bu saatte gelen Türk bile olsa yardım ederim!"